BİYOTEKNOLOJİ ÇALIŞTAYINI GERÇEKLEŞTİRDİK



BİYOTEKNOLOJİ ÇALIŞTAYINI GERÇEKLEŞTİRDİK

Birliğimizce, Biyoteknolojideki Gelişmeler, Düşük Düzeyde Mevcudiyet ve Ticaret Çalıştayı, 14 Haziran 2019 tarihinde Ankara Ticaret Odası işbirliği ile Ankara’da gerçekleştirilmiştir.

Çalıştayda biyoteknolojideki gelişmeler, biyoteknoloji ürünlerinin kullanımı konusunda dünya ve Türkiye perspektifi, transgenik ürünlerin onaylanmasına ilişkin dünyadaki uygulamalar, bu ürünlerin farklı ülkelerde farklı zamanlarda onaylanmasının dünya ticaretinde yarattığı sorunlar ve bunların çözümlerine ilişkin öneriler ele alınmıştır.

Çalıştaya Tarım ve Orman Bakanlığı yetkilileri, sivil toplum kuruluşu temsilcileri, akademisyenler ve sektör paydaşları iştirak etmiştir.

USSEC Direktörü Rosalind Leeck sunumunda, 2017 yılında biyotek ürünlerin dünyadaki ekim alanının 2016’ya kıyasla %3 artarak 24 ülkede 189,9 milyon hektara ulaştığını; ekim alanı bakımından en büyük 5 üreticinin ABD, Brezilya, Arjantin, Kanada ve Hindistan olduğunu ifade etmiştir.

 

Bugüne kadar herbisit ve böceklere dayanıklı ürünlerin kullanıldığını, gelecekte ise tek özellikten ziyade çoklu özelliğe sahip (stack) ürünlere olan talebin artacağını; EFSA’da onay için bekleyen 40 başvurudan çoğunun stack ürünler olduğunu dile getirmiştir.

 

2017’de, %95’i gelişmekte olan ülkelerde yaşayan 17 milyon çiftçinin biyotek bitkileri ektiğini ifade etmiştir. Dünya genelinde 1992 yılından bu yana 26 biyotek ürün için 67 ülkede 4133 adet onay gerçekleştiği, bunun 1995 adedinin gıda amaçlı, 1338 adedinin yem amaçlı, 800 adedinin de ekim amaçlı kullanıma yönelik olduğunu; en fazla onayın mısır için alındığını, en çok onaylanan ürünün herbisit toleranslı NK603 mısır çeşidi olduğunu açıklamıştır.

 

TÜRKİYEMBİR Yönetim Kurulu Üyesi Önder Matlı, Biyotek ürünlerin ticareti konusunu Türkiye açısından değerlendirmiştir. Türkiye’de kullanılan yem hammaddelerinin büyük oranda ithal edildiğini, bitkisel üretim hızımızın karma yem sanayiinin büyüme hızına yetişemediğini, 2018 yılında 3,8 milyar dolar değerinde ithalat yapıldığını belirtmiştir.

 

Soyanın dünya yağlı tohum ticaretinde önemli bir paya sahip olduğu ve dünyada soya üretiminin çok yüksek oranda transgenik olduğunu; yem sanayiinde bir diğer önemli hammadde olan DDGS’in büyük bölümünün ABD kaynaklı olduğunu vurgulamıştır.

 

İthal edilen hammaddelerin %60’tan fazlasının transgenik ürünler olması ve ülkemizde onaylı transgenik ürün sayısının azlığı nedeniyle hammadde ticareti yapmanın bir risk oluşturduğunu, mevcut mevzuat nedeniyle onay başvurularında sorunların yaşandığını, onaysız ürünlerin sevkiyatlarda düşük düzeyde tespit edilmesi nedeniyle demuraj ödemelerinin arttığı ve hatta ilgililer hakkında davaların açıldığını dile getirmiştir. Avrupa Birliği’ndeki onaylı transgenik ürünlerin ülkemizde de kabul edilmesi ve mevzuatın AB ile uyumlulaştırılmasının bu sıkıntıların giderilmesinde bir çözüm olabileceğini belirtmiştir.

 

Kanada Hububat Konseyi temsilcisi Krista Thomas sunumunda, transgenik ürünlerin pek çok kez test edildikten sonra piyasaya sürüldüğünü, bu kadar test edilerek onaylanan ürünlerin sağlık açısından zarar teşkil etmeyeceğini ifade etmiştir.

 

Mevcut durumda, dünya çapında bir günde milyonlarca ton tahıl ticaretinin yapıldığını ve bu ticaretin devamlılığının dünya gıda güvencesinin önemli bir bileşeni olduğunu ifade etmiştir.

Transgenik ürünlerin farklı ülkelerde farklı zamanlarda onaylanmasının uluslararası ticareti aksattığını, bu tür aksamaların ise değer zincirinde özellikle tüketici ayağında maliyetleri yükselttiğini vurgulamıştır.

 

Başka bir ülkede onaylanmış olan transgenik ürünlerin henüz onaylanmadığı ülkelere ithal edilen ürünlerde iz miktarlarda bulunmasının ticareti engellememesi için bir Düşük Düzeyde Mevcudiyet eşik değeri belirlenerek, bu aksamaların azaltılabileceğini dile getirmiştir. Düşük düzeyde mevcudiyet eşiği belirlenmesinin aslında bir güvenlik sorunu olmadığı bir uyumlulaştırma sorunu olduğunu belirtmiştir.

Dünyada bu kadar çok transgenik ürün ticareti yapılırken, bu ürünlerin ithal edilen partilerde bulunmama ihtimalinin olmadığını, bu sorunun önlenmesi için farklı ülkeler arasındaki onaylama zamanları arasındaki farkın en aza indirilmesi gerektiğini ifade etmiştir.

Onaylar arasındaki zaman farkının azaltılabilmesi için aşağıdaki uygulamaların yapılabileceğini vurgulamıştır:

  • Benzer özellikteki transgenik ürünler için basitleştirilmiş onaylama işlemi uygulanması,
  • Ticaret yapan ülkeler arasında ortak kabul için ortak değerlendirme süreçleri uygulanması,
  • Çoklu transgenik ürünler için basitleştirilmiş onay işlemleri uygulanması.

     

    Onay zamanları arasındaki farkın giderilmesi sağlanamıyorsa Düşük Düzeyde Mevcudiyet limitleri belirlenerek bu sorunun bir nebze giderilebileceğini söylemiştir.  Örneğin Kanada’da onaylanmamış transgenik ürünlerin ithal edilen ürünlerde kasıtsız olarak bulunmasının doğal bir durum olarak görüldüğünü ve bunun düşük oranda gerçekleşmesi durumunda ithal edilen ürünlerde %3 oranında tölerans belirlendiğini vurgulamıştır. Bu %3 eşik değer uygulanırken aşağıdaki hususlara dikkat edilmektedir:

  • Söz konusu transgenik ürün Kodeks Kılavuzlarını kullanan en az bir ülkede onaylanmış olmalıdır,
  • Mevzuatı düzenleyenler tarafından düşük düzeyde mevcudiyet için hızlı bir güvenlik değerlendirmesi yapılır,
  • Belirleme yöntemi ve örnekler ilgili resmi otoritelere iletilir,
  • Transgenik ürünü geliştiren firma henüz başvurusunu gerçekleştirmemişse, ürünün onaylanması için başvuru yapmalıdır.

Düşük düzeyde mevcudiyet politikası, onaylamalar arasındaki zaman farkının azaltılması mümkün olmadığında, sadece ithalatçı ve tüketicilerin zarar görmemesi adına uygulanan bir prosedür olarak görülmektedir. Sistemin esas olarak, onay başvurularının yapılmasını teşvik edecek şekilde tasarlanması gerektiği belirtilmiştir.

Arjantin Tarım Bakanlığı temsilcisi Cecilia Julia Llabres sunumunda, Ticaretin aksamasına neden olan düşük düzeyde mevcudiyet konusunda diğer ülkelerin yaklaşımlarından örnekler vermiştir.

Düşük Düzeyde mevcudiyet konusunun bir güvenlik konusundan ziyade ticari ve siyasi bir konu olduğunu belirtmiştir.  Düşük düzeyde mevcudiyet konusuna çözüm bulmak amacı ile GLI platformunun oluşturulduğunu, bu sayede farklı ülkelerin aynı masada bu konuda görüş paylaşımını sağladıklarını, tüm dünyayı ilgilendiren bir konuda çözüm bulmak için bütün tarafların dahil edilmesinin önemli olduğunu ifade etmiştir.

Llabres konuşmasının devamında şu konulara yer vermiştir:

Dünya Düşük Düzeyde Mevcudiyet Girişimi (GLI) düşük düzeyde mevcudiyet konusunda birlikte çalışarak, ticarette aksamaların olmaması için dünya çapında karşılaşılan durumların idaresinin kolaylaştırılması ve çözüm bulunması amacıyla 2012 yılında oluşturulmuştur.  Asıl üyeler Arjantin, Brezilya, Kanada, Kolombiya, Kosta Rika, Endonezya, Meksika, Paraguay, Rusya, ABS, Uruguay, Vietnam; gözlemci üyeler Malezya ve Peru’dur;  sektör temsilcileri CropLife Canada, US Grain CounciI, IGTC, Cargill, ArgenBio, Crop Life International, ASA ve CIARA CEC ile uluslararası organizasyon temsilcileri FAO ve IICA’dan oluşmaktadır.

GLI platformu açısından Türkiye’nin de önemli bir ülke olduğunu ve Türkiye’yi de GLI’ya katılmaya davet ettiklerini ifade etmişlerdir.

Güney Amerika Ortak Pazarı Biyoteknoloji Komisyonu (CBA), 2016 yılında kurulmuştur. Amaçları arasında, MERCOSUR ülkeleri arasında biyogüvenlik ve ilgili mevzuat çerçevelerinin uyumlulaştırılması ve koordine edilmesi; ticari GDO onaylarının koordinasyonu ve analizi, ülkeler arasında konsültasyon sağlanması yer almaktadır.

MERCOSUR üyeleri arasında geliştirilen bir ortak platform ile bir ülke bir transgenik ürünü onayladığında diğer ülkelere haber vermekte ve diğer ülkeler de söz konusu transgenik ürün için kendi güvenlik değerlendirmelerini yaparak Biyoteknoloji komisyonuna kararlarını bildirmektedir.